Böyle bir başlık görünce insan hemen heyecanlanıyor. İşte formül geliyor!
Ne güzel olurdu değil mi, şöyle zor da olsa bir formül gelse konsa badi başparmağıma. Onunla ne yapacağımı bilemesem de, bir gün işime yarar diye saklardım.
Ama işler öyle yürümüyor burada. Ne bir formül var ne de bir püf noktası. Biz mutluluğu yanlış yerden tutuyoruz.
Toplumsal algı yönetimi ile bize öğretilmiş doğrular bir gün karşımıza kocaman yanlışlar olarak çıkınca ne yapacağımızı bilemeden sahte bir mutluluk konduruyoruz hayatımıza. Bu öyle bir boşluk yaratıyor ki o boşluğun dolması için başka boşluklar arıyoruz. Tam olarak yaşanmamış, tam insan olunmamış, hep bir şeylerin peşinden koşulan bir hayat tat da vermez oluyor. Hayattan tat alabilmek de mümkün.
Burada devreye biraz Yoga Felsefesi, biraz Varoluşçu Felsefe serpiştireceğim.
Biz buraya bu evrene, bu gezegene, bu kıtaya, bu ülkeye, bu şehre, bu semte, bu eve, bu aileye (bu sürer gider) tesadüfen gelmedik. Bu evrende bir sebep sonuç yasası gereği her şey olması gerektiği yerde. “Ben bunu hak etmedim” diyorsun ya, hani ondan diyorum. Bir kere bu gerçeği kabul etmek zorundayız. Burada ince çizgi, her şey madem benim yüzümden, ben bunu hak ettim diyerek kurban olmak yerine, bu sebeplerin sonuçlarını nasıl değiştirebilirime odaklanmak daha çözüm üretecektir.
Tesadüfi olmayan olaylar akışında kontrolün kendimizde değil başkalarında olduğu gerçeği ile, başkalarının kontrolünü de elimizde tutmak isteği içgüdüsel oluştuğunda bir kaos ortamı oluşur. Oysa ki herkes kendini kontrol etmelidir. Kendi kendimizin kontrolünü başkalarına bırakıp, mutluluğu da başkalarından beklemek çok da şaşırtıcı değil.
İnsan kendini kontrol etmeye başladığında duyguları düşünceleri ve eylemleri dönüşmeye başlar ve olayların akışı değişir. Değişen akış hayatın gidişatında önemli etkendir. Sartre bu dünyada kendimizden başka evimiz yok der ve ben buna yürekten katılırım. Biz hep bir ev ararız. Dışarıda.
Heh işte onu diyorum. Mutluluk içinde :) Şaka bir yana öyle içi boş söyleyince komik geliyor bana da, mutluluk içimde çünkü onu yedim diyesim gelir. Yenen bişey olsaydı kesin yerdim o ayrı :)
Mutluluk içimde tamam da içim nerede?
Evren paradoks üzerine kuruludur. Kaçan kovalanır gibi. Kovalanan da kaçar dolayısı ile. Basit. E biz mutluluğu kovalıyorsak, heh çaktın :)
O halde ne yapacağız, mutluluğa uygun bir ortam hazırlayıp onun kendisinin gelmesini sağlayacağız. Böyle biraz flörtöz işler. Çok üzerine düşmüyor gibi yapıp yani benim başka işlerim de var diyerek onun rahat etmesi için gerekli ortamı hazırlayıp bshshsdhasd hayır hayır tuzak değil :) Gayet samimiyiz burada. Mutluluk öyle ama, gelsin diye gözünün içine baktıkça kaçar. Hele bir de uzaktan der ki, “ortamın yok, geliyim diye gözümün içine bakıyon beni de geriyon, yok ben gelmiyom :)”
Der. Bana demişti mesela.
Ortam her şeydir. Mutluluk için ortamın hazırlığı kişiye göre değişir ama ortak bir zemin saf ve steril olmalıdır.
Son zamanlarda psikoloji uzmanlarının sosyal medyada pandemi dolayısıyla daralan insanlara çözüm sunma çabasını takdir ediyorum. Ancak tabiî ki her yerde olduğu gibi bir toksik bilgi kirliliği veya bizim bazı anlatımları yanlış algımız da söz konusu olabiliyor. Öncelikle toksik bir pozitivite ile insanların hep mutlu kalacağı, kalabileceği beklentisi hayal kırıklığına uğratıyor. Diyor ki kişi bir ben yapamıyorum, çünkü bir öyleyim bir böyle, sonra da sosyal medyada bir takım testlerle kendine tanı bile koyabiliyor. Haydi bakalım çık işin içinden.
Evet, insan bir öyledir bir böyle. Evrenin ikilik yasası dualite gereği gece ve gündüz, güneş ve ay gibi, eril ve dişil gibi, bazen mutlu bazen mutsuz oluruz. Daimi mutluluk dünyevi olmayan bir saadet, bir huzur halidir. Günlük hayatın maddi nesnelerinden alınan hazzın daimi olması beklemek sürekli güneşli olmak, sürekli ek tip olmak gibidir. Çok sıkıcı değil mi? Daimi olan mutluluk ise bizim zihin yoluyla algılayabileceğimiz, anlatılabilen bir olgu değil, aksine bir hal, bir andan geçen uzun bir yolculuktur. O huzura ulaşmanın yolu da dünyevi hayatımızda mutluluğun peşinde koşmadan, kendi doğamızın dualitesini kabul ederek, mutsuz hissetmenin de mutlu olmak kadar hakkımız olduğunu görmek gerekir.
Bizler küçük evrenleriz. İçimizde evrene ait her parçayı taşıyorsak, gece ve gündüz olmak neden garip olsun, evren denge üzerine kurulmuştur. Kendimizi araştırarak o dengeyi bozan unsuru kendi kontrolümüzü ele alarak ortamı hazırlamak bizim işimiz. Gerisini mutluluk düşünsün :)
Mutlu bir hafta dilerim :) :)
Dualite evrenin madde halindeki olağan durumu olduğundan, her şey alma-verme dengesi üzerinen çalışıyor. Bizler de dünyevi alemi deneyimleyen varklıklar olarak, bu denge üzerinde yaşam yolumuzu belirliyoruz. Neslihan 'ın bir paragrafta "Günlük hayatın maddi nesnelerinden alınan hazzın daimi olması beklemek sürekli güneşli olmak" olarak ifade ettiği şey aslında bu fiziksel evrende/dünyada net ve anlaşılır bir karşılığı olan ifade.
Eğer, sürekli güneşli bir dünya olsa idi yaşadığımız bu yer kürenin nasıl bir cehenneme dünüşebileceğini hiç düşündünüz mü? Sevgiler, selamlar :)