Kayalıkları arşınladım. Yüz nesildir burada geziniyordum ama hala çocuktum. Hiddet ve keder, engellenmiş arzular, şehvet, kendine acıma bunlar bildiğim duygular. Ama suçluluk ve utanç, pişmanlık ve tereddüt benim için yabancı ülkeler.
Hayal etmeye çalıştım. Sonuçlarını göze alabileceğim bir gerçeği. Sadece benim gördüğüm ve diğerlerinin körleştiği. Gezegen güneşini batırırken, zihnimden geçen o ilk sancıyı: Sonuçsuzluğu.
Ben diğer türlerden kendimi ne kadar farklı görsem de , bu gezegende barınıyor oluşumuz karşılıklı benzer hislerle yakınlaştırdı hep bizi. Almak ve vermek buranın dualitesi gereğiydi. Oysa nesillerdir gezerken sonsuzluk yolculuğumda mutlak bir teslimiyetle ikilikten habersiz yaşıyormuşum. Bunu anladığımda her zamankinden daha çocuktum. Zor değildi ama kolay olmadı.
Duyguların derinliğinde gezinirken güneşin pencereden içeri dökülüşü gözlerimi kamaştırdı. En eski çocukluğumda takılıp kalmış bir duygunun çözülmesi için orada beklediğini gördüm. Katman katman. Üzeri örtülü. Usulca yaklaşıp tanışmak istedim. Elimi uzattım, elini uzattı. Sımsıkı kavradık. Çektim. Merhaba dedi, ben Hüsran. Hiç yabancı gelmedi, sanki bir yerlerden tanıyorum diyecektim ki, gözlerine ilk kez baktım ve gülümsedim. Hatırladım zaten tanıştığımızı. Çok defalarca bir araya gelişlerimizi konuştuk. Neredeyse hep benimleymiş.
Sonsuz yolculuğumun başı ve sonu olmayan yolunda bir yerlerde rastlaşmışız onunla. Uzanıp almaya çalıştıkça kaçan her şeyde bulunmuş. Çok yorgun. Kabul etmiş vazgeçmeyi, bırakmayı. Derin bir sessizlik içinde görülmeyi beklemiş.
Zamanı geldi. Sevgili hüsranım. Gel çözülelim.
Neslihan Gül
01.09.2021
Comments